açtığı vakitte | حِيْنَ فَتَحَ |
açtığı zamanda | لَمَّا فَتَحَ |
açtığı zaman,açtığında | إِذْ فَتَحَ |
eğer açsa , açtığı zamanda | إِذَا فَتَحَ |
sabanın açtığı iz,ark | تَلَمٌ (ج) أَتْلاَمٌ |
sabanın yerde açtığı ark,hendek | تَلَمٌ (ج) أَتْلاَمٌ |
su yolu,selin açtığı nehir,çekmece | جَارُورٌ |
su olurken akarken yere açtığı çukur | ثِبجَارَةٌ |
oluk suyunun döküldüğü yerde açtığı çukur | ثِبْجَارَةٌ |
oluk suyunun döküldüğü yerde açtığı çukur | ثِنْجَارٌ : ثِنْجَارَةٌ |
içinde havuzu bulunan bahçe,yağmur suyunun açtığı çukur | ثَجَّةٌ (ج) ثَجَّاتٌ |
yar,yalçın dağın yalımı,sarp tarafı,sel suyunun açtığı yar,sahnlık | جُرْفٌ (ج) جِرَفَةٌ و أَجْرَافٌ و أَجْرُفٌ و يُقَالُ فُلاَنٌ يَبْنِي َلَي جُرْفٍ هارٍ |
yer yarığı,karık,çukur,kabartma çizgi,sabanın açtığı iz,kırışık,tahta veya maden üstüne kazılan ufak oluk | أُخْدُودٌ (ج) أَخَادِيدُ و فِي القُرْآنِ الكَرِيمِ |
gedmek,çentmek,bir nesnenin ağzını yahut kenarını diş diş etmek,çatlatmak,gedik,çentik,saban demirinin yerde açtığı yol | ثَلْمٌ (ج) أَثْلاَمٌ |
açtığı zaman,açtığında | إِذْ فَتَحَ |
zaman,vakit,süre,ınca,ince,dığında,dığı,diğinde,bazen,zaman zaman,ara sıra,ne zaman,ne vakit,iken derken,halde,vakitte | حِيْنَمَا |
zaman,müddet,bir parça zaman,süre,kısa veya uzun zaman | مُدَّةٌ (ج) مُدَدٌ |
olduğu vakitte,zaman,vaktaki,vakit,süre,ınca,ince,dığında,dığı,diğinde,bazen,zaman zaman,ara sıra | حِيْنَ |
şart edatı,çünkü,için,zaman,vakit,eğer,vaktaki,o vakit,bu zamanda,madem ki,çünkü,için,zaman,olduğu zaman,ne zaman,birden,derken | إِذْ : أَدَاةُ الشَّرْطِ :إِذْ ذَاكَ و فِي القُرْآنِ الكَرِيمِ |
bir nesnenin zaman,bir süre,bir müddet,kısa veya uzun zaman,müddet,bir parça zaman,süre,vakit,zaman,esnada, müddette,vakitte vaktinde,savaş esnasında ölmüştür | مُدَّةٌ (ج) مُدَدٌ : فِي أَثْنَاءَ نحو : مَاتَ مُدَّةَ الحَرْبِ |
zaman geçmesi,zaman aşımı,müruru zaman | مُرُورُ الزَّمَانِ |
dığı zaman,dığı vakit,ince,ınca,ken,hemen,her ne zaman,zaman,iken,ne zaman,ne vakit | عِنْدَمَا |
bir kere,bazen,kimi zaman,bazen,defalarca,bir çok kez,zaman zaman,gibi,olarak | تَارَةً ، مَرَّةً ، اَحْيَاناً |
vakit,çağ,zaman,belirsiz bir zaman,hengam,bir vakit,....dığın vakit,......dığın zaman,az veya çok zaman,olduğu vakit,vaktaki,çağ,müddet,ölmek,ne vakit,ne vakitki,ne zaman,olduğu vakit,o vakit,bu esnada,vaktinde,esnasında,az veya çok zaman,olduğu ,çağ,müddet,hin,belirsiz bir zaman
| حِيْنٌ (ج) أَحْيَانٌ و أَحَايينُ : وقت و فِي القُرْآنِ الكَرِيمِ |
bir arkadaşım vardı beni zaman zaman ziyaret ederdi | كَانَ لِيَ صَدِيقٌ يَزُورُونِي بَيْنَ حِيْنٍ و حِيْنٍ |
an,uzun zaman,zamandan bir parça yahut genel zaman | بُرْهَةٌ ، بَرْهَةٌ (ج) بُرَهٌ و بُرَهَاتٌ |
zaman onu helak etti,üzerinden uzun zaman geçti | أَتَي عَلَيْهِ الدَّهْرُ : أهلكه او مَضَي عَلَيْهِ زَمَانٌ طَوِيلٌ |
zaman,yavaşlık,mülayemet,ermek,idrak etmek,pişmek,vakit,saat,zaman | أَنيً ، إِنَيً ، إِنْيٌ (تث) أَنْيَان (ج) آنَاءٌ : وَقتٌ ، إِدْرَاكٌ و يُقَالُ مَضَي أَنْيَانٌ مِنَ اللَّيْلِ أَيْ سَاعَتَان |
bela,musibet,asır,zaman,dehr,uzun zaman | أَبُو الوَري : دهر |